02.10.2014 Perşembe. Maslak’tan her zaman yirmi dakika da geldiğim evime yetmiş beş dakikada geldim. Taksideyim. Sürücü, arada bir hava almak için camı açıyor. Bu seferde içeriye eksoz gazları doluyor tıkanıyoruz camı kapatıyor. Yüzlerce araba hiç hareket etmeden bekliyor, araçlar çalışır vaziyette. Kimse ne olduğunu bilmiyor. Neden bekliyoruz. Sürücü bu saatte böyle olmazdı diyor her on dakikada bir. Artık midem bulanıyor. Oksijen yok. Yolun iki yanı yüksek binalarla dolmuş. Kent bir topaç olmuş etrafımda dönüyor sanki. Burası benim yıllardır yaşadığım kent mi? Ne çabukta değişti. Yazık. Yeni yeni gökdelenler dikiliyor hâlâ. Herkes aynı şeyi söylüyor. ‘Yollar aynı ama binalar her geçen gün artıyor fütürsüzce’. Gökyüzünü göremiyorum artık. Beynim ve yüreğim birbiriyle yarışır gibi çığlık çığlığa. Ellerimi sıkmışım. Tırnaklarım avuç içime saplanmış. Sinirlerim bir ağacın kökleri gibi tel tel. Hepsi gergin. Zaman solgun. Sürücüler solgun. Hava solgun. Yol kenarlarında görünen tek tük ağaçlar solgun ve küskün. Tüm günün yorgunluğundan sonra, bu solgun havayı soluyarak eve gitmeye çalışan insanlar. Herkes boş gözlerle bakıyor önünde ki yola. Direksiyonuna sımsıkı sarılmış. Sanki koparılmaktan korkar gibi. İçinde yaşadığı her şeyi unutmuş. Kendi çağını unutmuş. Kimse geçemiyor öteye. Her şeyi sünger gibi görmeye başlıyorum. Kulağımın dibinde bağıran kornalar. Uğultulu ve keskin. Değişimin ta kendisi işte bu diyorum.
Yaşamın toprağına çıplak ayaklarımla bastığım günlerimi hatırlıyorum. O günler çok uzaklarda kaldılar. Zar zor hatırlıyorum. Uzak çok uzak. İstanbul da çıplak ayakla basılacak toprak kalmadı artık. Umutsuzluk bu olmalı. Ama umutsuz olmak istemiyorum. Güvenmek istiyorum. İnsanların varlığına, değişim isteğine ama insanca değişim isteğine, mutlu olmanın herkesin hakkı olduğuna güvenmek ve inanmak istiyorum herşeye ragmen hâlâ. Karamsarlıktan kurtulmak istiyorum. Güven ışığımın düşüncelerimi terketmemesini ve düşüncelerimin temelinde durmasını istiyorum. Bedenlerimiz birer saat sarkacı gibi gidip geliyor. Durmak yok. Durunca ezilirsin. Gençlerimize üzülüyorum çaresizce. Her şey çürümeye mahkum edilmiş gibi. Kaybettiklerimizi hatırlıyorum. Bedenim sızlıyor. Boşlukta olmak gibi yada boşlukta sallanmak gibi. Anlatılmaz, tanımlanamaz birşey. ‘Havada %21 oksijen vardı’ yıllar yıllar önceydi dediğimiz gün artık bu gün olmalı.
Kendime soruyorum. Çağın yıkımlarından nasıl kurtulacağız? Bilmiyorum. Yüzlerimiz bu kirlenmişlik içinde kayboluyor. Soyu tükenmiş kuşlar gibi.
Herşey değişiyor hızla. Ama hiç bir yenilik göremiyorum. Herşey birbirinin tekrarı gibi. Alnıma çarpan gökyüzüm bile yok artık. Ama tüm bunlara karşın etrafında olup bitenlere şaşırmayan insanlarla dolu her yer. Belkide şaşırma yeteğini yitirmiş insanlara dönüştü herkes? Tüm tanımlar yok oluyor birer birer. Anılarla birlikte kentlerde ölüyor. Doğayla kentler arasında kurulan tüm antlaşmalar da böylece bozuluyor. Doğa kızgın ve küskün. Kimse başa çıkamayacak. Yağmurlar sel olup basacak her yeri. Tıkayacak tüm alt geçitleri. Rüzgarlar fırtına olacak, önüne katıp sürükleyecek bir yerden biryere o yüksek çatıları. Çamur yağacak tükürür gibi kulelere. Herşey, ellerimizin arasından kayıp gitti/gidiyor.
Gün bitiyor. Karanlık basıyor. Hâlâ yoldayım.
Elimizde hiçbir şeyin kalmadığını düşünüyorum. Suskunluktan öte!
Sevgiyle kalın
Salime Kaman
02.10.2014
Bir yanıt yazın