NEDEN HALA HER ŞEY YOK OLUP GİTMEDİ?
Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yaInızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi biImiyoruz, ama bir başkasının istediğini isteyebiIiyoruz. İstemek, yapabiImek ve biImek eyIemIeri terk ediImedi ama bir başkasına devrediIerek geneI oIarak iIga ediIdiIer.
Jean Baudrillard
Jean Baudrillard’ın dediği gibi, kendimizi tanımıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kendimize inanmıyoruz. Önce kendimizi bitirmeye çalışıyoruz. Aslında her şeyin varlığını ortadan kaldırmak için elbirliğiyle çalışıyoruz. Yok olmalar daha da artmaya başladı.
Bu düşünceler ışığında Jean Baudrillard’ın ‘Neden hala her şey yok olup gitmedi?’ kitabını okudum ve inceledim. Sizlere kitabı tanıtmak istedim.
Kitabın yazarı Jean Baudrillard, 1929-2007 yılları arasında yaşamış Fransız düşünür, sosyolog’dır. Postyapısalcı felsefe ve postmodernizm çalışmaları vardır. Bugünün siyasi ve ideolojik akımlarını reddetmiştir.Simülasyon kuramını ve kitle zihni tüketim üzerine düşünceleri ve yapıtları medya ve kitle iletişim araçlarına dair eleştirileri vardır.I.Körfez savaşı üzerine yaptığı açıklamalarla, Körfez Savaşı’nın oluşumunu ve etkilerini entelektüel bir açıdan farklı bir şekilde yorumlamıştır. Simülasyon evreninin ortaya çıkışı II. Dünya Savaşının sonuçlarıyla bağlantılamıştır. Baudrillard’a göre II. Dünya Savaşı sonrası sağ ve solun işlevlerini yerine getirmeye başlamış; yani, sosyal devlet ilkesi ortaya çıkmıştır.
Bu veriler batıda bir çeşit durağanlığa sebep olmuş ve batı kendi ekseni etrafinda dönmeye başlamıştır. Bu kendi etrafında dönüş süreci kavramların içlerinin boşaltılması sonucunu doğurmuştur. Artık her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; her şeyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Baudrillard’a göre, Birey televizyonda bir savaş proğramını, herhangi bir reklam gibi aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.
Kitap ‘Neden hala her şey yok olup gitmedi?’ın orjinal dili Fransızcadır ve Oğuz Adanır tarafından tercüme edilen kitap,Boğaziçi ünv. yayınevi tarafından basılmıştır. 36 sayfalık bu felsefe kitabının ilk basımı 2012 de yapılmıştır.
Kitap felsefi bir anlatıdır. Her tümce metnin bütünlüğüne yeni bir bilgi sağlamaktadır. Anlatı tutarlı, uygun ve gelişimi mantıksal olarak ilerleme içindedir. Metinde uzun tümceler vardır.
‘Zira insanın temel özelliklerinden biri yeteneklerini sonuna kadar zorlamamakken, teknolojik nesnenin temel özelliklerinden biri yeteneklerini sonuna kadar zorlayarak bunların çok ötesine geçip, kendisiyle insan arasına kesin bir sınır çizgisi çekmek hatta yaşamın her alanında insana karşı kullanabileceği sınırsız sayıda olanağa sahip olup, belli bir süre sonra insanın tamamıyla ortadan kaybolmasını sağlamaktır.’ Tümcesi gibi…
Kitabın yedinci sayfasında; Zamandan söz ettiğim sırada onun varlığını hissedemiyorum.
Bir yerden söz ettiğim sırada o yer ortadan kaybolup gitmiş oluyor.
Bir insandan söz ettiğim sırada o insan ölmüş oluyor.
Zamandan söz ettiğim sırada akıp geçmiş oluyor.
Derken aslında insanın ortadan kaybolup gittiği bir dünyadan, türlerin yok
edilmesi, kaynakların tüketilmesi, doğal olguların yok edilmesinden bahsediyor. Yazar, ‘İnsanoğlunu özgün bir ortadan kaybolma biçimini icat etmiş yegane varlık olması ve bunun doğa yasalarıyla hiçbir ilişkisinin olmamasını söylerken bunu ‘ortadan kaybolma’ sanatı olarak da adlandırmaktadır.
Ortadan kaybolmayı, gerçeğin ortadan kaybolmasıyla anlatmaya başlarken, bilimsel ve analitik yöntemle değiştirilip dönüştürmeyle moderleşme çağına değinerek anlatmaya çalışmaktadır.
Yazar, matematiksel hesabın keşfiyle icad edilenlere ‘Arşimed noktası’ tesbiti yapar ve bu noktanın dışına da doğal dünyayı yerleştirir. İnsanların doğal dünyayı çözümlemeye ve dönüştürmeye çalıştıkca aslında gerçekliğe benzettiği dünyadan kopmaya başladını ifade eder. Yazar, sezgilerine karşı bir sonuç oluştururken yani paradoksal olarak ifade ederken, gerçek dünyanın ortaya çıktığı andan itibaren ortadan kaybolduğuna vurgu yapmaktadır.
‘Bir nevi çelişkidir’ diyebileceğimiz, insan bir yandan dünyaya anlam ve değer kazandırmaya çalışırken bir yandan da bunlara koşut bir şekilde yani yan yana ve birbirine kavuşmadan uzayıp giden zaman içinde eriyip gitmelerini sağlayacak bir süreç batlamıştır.
Kavram niteliği kazanan herşey, hakikate dönüşme yada ideoloji olarak dayatma pahasına bile olsa yavaş yavaş canlılığını yitirir. Örneğin Marx sınıf mücadelesini adlandırmadan önce de mücadele vardı ancak bu ismi kavram olarak aldıktan sonra yoğunluğunu yitirmeye başlaması yine bilinçaltının Freud tarafından keşfedilmesiyle temsil ettiği şeyin ortadan kalması için yapılan antitezler gibi.
‘Sigmund Freud’un bilinçaltı ile ilgili imgelemeyi güçlendiren bir yorumu vardır. Freud bilinci okyanustaki buz dağına benzetir. Suyun altında kalan kısım bilinçaltı, su üzerinde kalan kısım bilinçtir. Bu yoruma göre bilinçaltıyla ilgili araştırmalarda bulunmuştur. Bilinçaltının rüyalarla açığa çıkacağını savunmuş ve hastalarıyla bunu örneklendirmiştir. Ancak bu kavramın temsil ettiği şeyde koşut bir şekilde eriyip gitmesini sağlayacak bir süreç başlamıştır.
Küreselleşme kavramı da aynı şekilde. Tartışılmaz bir şekilde kendisinden söz edilen bu kavram da artık popülaritesini yitirmiş bir hareket olmuştur. Gerçek, kavramın içine girmekle yok olmanın başlamasıdır. Sınır tanımayan teknolojik olanaklar zihinsel ve maddi anlamda her yeri sardığında, insanda kendisini kaabul etmeyen yapay bir dünyada kaybolacaktır. Böyle bir dünya nesneldir ve ortada tanıklık yapacak kimse kalmamış olacaktır. Kafada canlandırılabilmeside olanaksız olacaktır.
Teknolojik nesnelerin insana karşı sınırsız sayıda olanağa sahip olması, belli bir süre sonunda insanın tamamen ortadan kaybolmasına neden olacaktır.
İnsanın ortadan kayboluş biçiminin kendi içsel mantığına boyun egmesi, evreni eğemenlik altına alacak büyük projeleri geliştirme arzusu, herşeyi bilen bir varlık olma isteği, yaşama arzusunu en uç noktalara taşımak için çalışmaları, hatta ölümü bile ortadan kaldırmayı düşlemesi, insanlığın sanal düzeyde ortadan kaybolmasına yol açmaktadır. Sanki insanın kendi kendisini yok etme proğramını yaşama geçirmek zorunda hissetmesi gibi.
Halbuki insan kitapta yazdığı gibi, kişisel gelişim perspektifine uygun olarak da yaşayabilir.
‘ Her şeyin hala bir başlangıç noktası bir de sonu olduğuna, neden sonuç ilişkilerine, doğum ve ölüm, ortaya çıkma ve ortadan kaybolma süreçlerine boyun eğen çizgisel gelişme perspektifine uygun bir şekilde olup bittiğine inanılmaktadır.’
Yazar, ortadan kaybolma sanatını da, dünyaya ait olmama sanatı gibi de düşünülebileceğini söylerken, herşeyin ortadan kaybolduğu ufuk çizgisinin ötesinde hala nelerin olup olmadığını merak etmesi ve bunu öğrenme arzusu olarak ifade etmektedir. Ortadan kaybolmayı dış görünüşle ilgili olduğunu, dünyanın ilk haline yeniden kavuşmasını, bununda sadece sonradan eklenen tüm değerlerin ortadan kaybolmasıyla sağlanabileceğini, en etkili stratejik belirtilerin de ‘değerler, gerçekler, ideolojiler ve nihayi amaçların çözülüp gitmesiyle’ olduğunu ifade etmektedir.
Zaten, ortadan kalkan her şey birtakım izler bırakır arkasında. Hem de hiç kapanmayan izler.
Sonuç olarak yazarında dediği gibi; ‘hepimiz teknolojik güdümlemeler sayesinde basit varlıklara dönüştük.’
Ya sizce?
Salime Kaman
22.09.2016
Bir yanıt yazın