Kadının toplumdaki yeri yüzyıllardır tartışılmaktadır. Bu konu ile ilgili birçok çalışma ve faaliyetler yapılmıştır. Kadın ve erkek tarih boyunca iki ayrı varlık gibi görülmüş ve kadınlar çeşitli haksızlıklara maruz kalmışlardır. Gelişmiş toplumlarda bile kadınlar sürekli haklarını korumak için mücadele vermektedir. Günümüzde hala kadınlar insan hakları konusunda mağdur olduklarını bildirmekte ve haklarını savunmaya çalışmaktadırlar. Niçin, kadının insan hakları? sorusunu soracak olursak, insan haklarını, kadın ve erkek ayırımı olmaksızın garanti altına alınması gereken yüzlerce uluslararası sözleşmeye karşın, hala bugün bile dünyada kadınlar, eğitimde, istihdamda, toprak ve mülk sahipliği gibi birçok alanda erkeklerle eşit değillerdir. Toplumsal yaşamın çeşitli alanlarına hem etkin katılamıyorlar ve hem de katıldıkları zamanda ayrıcalıklara uğruyorlar. Kadınlar kendi bedenlerinin yönetiminde söz sahibi olamadıkları gibi, bu gün bile aile içinde ve genel olarak toplumda şiddete maruz kalmaktadırlar.
İşte bu ve bunun gibi birçok sebepten dolayı kadınlar, geçmişte ve özelliklede günümüzde daha çok haklarını savunma gayreti göstermekteler. Oysa ki Kuran’ı Kerim de belirtildiği üzere kadın ve erkek birbirinde ayrı tutulmamış ve bilhassa birbirlerine eş olarak yaratılmışlardır. ‘‘Sizi tek bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah’tır.’’Kadın ve erkek eş olarak birbirlerine karşı hiçbir ayrım olmaksızın yaratılmıştır. Toplumu oluşturan bu iki varlık zamanla kendilerine yani yapılarına uygun olarak çalışma alanları seçmişler ve yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bir müddet sonra ise kadının yeri problem haline gelmiştir.
Bunun başlıca sebeplerini şöyle sıralayabiliriz. Kadının yapısı, zaafı, dini faktörler ve namus edep gibi toplumsal duyarlılık uyandıran kavramların kadında düğümlenmiş olmasıdır. Bu sebeplerden dolayı tarih boyu ve günümüzde kadın problemi hep gündemde olmuştur. Hiristiyanlığın kadınlara karşı davranışı Yahudilerden daha kötü olmuştur. Hiristıyanlığa göre kadın şeytanca kötülüklere kapı açar, erkeği yasak ağaca götürür. Allah’ın emirlerini çiğner ve erkeğin ahlakını bozar.
Hiristiyan Aziz Tertilyonos, “Kadın, şeytanın insan nefsine giriş kapısıdır.” derken kadın için; ‘Allah’ın yasalarını iptal eden Allah’ın çehresini bozan iğrenç bir mahluktur.’ diye ifade eder.
Hem Tevrat‟ta hem İncil de günahın tek sorumlusu olarak Havva görülür. Kadın erkek eşitsizliği, cinsiyet ayrımı yüzünden meydana gelen feminizm hareketleri de ilk Batı toplumlarında kendini göstermiştir. 19. yüzyılın sonlarında Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan bu hareketin nedeni; kadınların erkeklerle politik olarak eşit haklara sahip olma isteği, aynı iş için erkeklerle aynı ücreti alma ve kadınların üniversiteye gidip her işte çalışma isteğindendir.
Batı dünyasının her alanında kadının yeri yoktur. Günümüzde de her ne kadar kadın modern, özgürlükçü her hakka sahip olarak gösterilmeye çalışılsa da kadın hala değersiz ve cinsel bir meta olarak görülmeye devam etmektedir. Bugün batı toplumlarında on sekiz yaşına gelen çocuklar evden ayrılmak zorunda bırakılırken, anne babanın sorumluluğundan çıkartılmaktadır.
Fikirlerini tarih boyu duyduğumuz batı filozofların kadın hakkındaki düşüncelerini de söylemek istiyorum.
Eflatun; ‘Kadın cehennemin kapısıdır. Kadın orta malı olarak elden ele gezmelidir.’
Aristo; ‘Kadın yaratılışta yarım kalmış bir erkektir.’
Ünlü alman filozofu Nietzche; ‘Kadınla konuşacağın zaman kırbacı eline almayı unutma’ demiştir.
Hiciv ve aforizmalarıyla tanınan Fransız yazar Nicolas Chamfort, kadınla erkeği kıyaslarken; kadının her zaman kötü düşüncelere sahip olduğunu ileri sürer ve ‘Bir erkek kadınlar hakkında ne kadar kötü düşünürse düşünsün, hiçbir kadın yoktur ki, ondan daha da kötüsünü düşünmüş olmasın.’ der.
XVI. Asrın ünlü Fransız yazarlarından Moliere; ‘Demir kafesler ve kapı sürgüleri kadınları ve kızları namuslu yapmaz.’diyerek kapalı tutmaktan ve toplumdan tecrit etmekten ziyade onların namus duygularının geliştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Kadın ancak İslamiyet’te insana yakışır muamele görmüş, değer kazanmış ve haklara sahip olmuştur. Kadınların durumundaki bu mühim değişikliği bizzat Kuran’ı Kerim getirmiş, Hz. Peygamber tamamlamıştır. İslamiyetin insana bakışı ne ise kadına bakışı da aynıdır.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Bana dünyadan üç şey sevdirildi. Güzel koku, kadınlar ve gözümün nuru namaz.
Peygamberimiz veda hutbesinde, ‘Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmeyi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah emaneti olarak aldınız, onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Mevlana, erkeğin akıl kadının da nefis kavramlarını temsil ettiğini söyler. Nefisle akıldan ibaret olan kadınla erkek, iyinin kötünün ayırt edilmesi için gerekdir der.
İkisi de şu toprak yurtta gereklidir, gece gündüz savaştadır, ikisi de olaylar içindedir.
Kadın durmadan evin ihtiyaçlarını diler durur, yani şeref ister, ekmek ister, sofra ister, mevki ister.
Nefis, kadın gibi her şeye bir çare bulmak peşindedir, kimi toprağa döşenir, kimi yücelik arar.
Aklınsa bu düşüncelerden haberi bile yoktur. Aklında fikrinde ancak Allah’ın gamı vardır.
Mevlana, eserlerinde kadın konusunu meziyet ve zaaflarıyla işlemiş ve kadının dini ve sosyal statüsünü belirtmiştir. Ona göre kadın ulvi bir varlıktır. Mevlana’ya göre, ‘Kadın, sadece sevgili değildir, kadın Hakk’ın ışığıdır, nurudur. Sanki o, mahluk değildir de halıktır.’ demiştir. Kadın için “sanki yaratıcıdır” şeklinde ifade edilmiş olması onun anne olarak yeni bir varlığın dünyaya gelişinin en büyük sebeplerinden biri olması, onu içinde taşımasıdır. Kadın kavramına bu derece önem veren Mevlana, onu sosyal hayatın ve aile hayatının ayrılmaz bir parçası görmüştür. Kendisi sohbet ve sema meclislerinde daima kadınları da kabul etmiştir.
Mevlana, kadından bahsederken öncelikle onun ruhu üzerinde durur. İnsan ruhunda hürriyet duygusunun olduğunu, kadına da baskıyla tehdit ile değil iyilik ve ikna yöntemi ile yaklaşılması gerektiğini söyler. Kadınların karakterlerinde kötülük duygusu yoksa zaten yanlış hareketlerden kaçınacaklarını, iyi ve kötüyü ayırt edebilecek bir yapıya sahip olacaklarını belirtir.
Mevlana buna paralel olarak kadınların zorla örtünmeye zorlanmasının yanlış olduğunu şu sözleriyle ifade etmiştir: “İnsan men edildiği şeye düşer. Kadına gizlen diye emrettikçe onda, kendini gösterme isteği çoğalır durur. Halkta da o kadın ne kadar gizlenirse, onu görmek isteği o kadar artar. Şu halde sen oturmuşsun, iki tarafın da isteğini kızıştırıyorsun. Sonra da bunu doğru düzgün bir şey sanıyorsun; oysaki bu iş bozgunculuğun ta kendisi. Kadının mayasında kötü bir işte bulunmamak varsa, yapma desen de, demesen de, o, iyi huyuna, temiz yaratılışına uyacak, ona göre hareket edecektir. Yok, tersine, mayası pisse, o gene kendi yolunu tutacaktır. Gerçekten de yapma, etme, görünme demek, sadece isteği artırır başka şeye yaramaz.”
Mevlana’ya göre gönül erleri, “kadına karşı koymaya kalkışmaz onu incitmek, üzmek istemez ve ona mağlup olur. Her ne kadar erkek kadından üstün gibi görünse de gerçekte kadın, erkeğe galip gelmektedir. Kadının güzel yüzü, edası, ağlayışı ve zekası erkeği kendine esir eder. Sevgi ve acıma duygusu olan erkekler kadınlara karşı daima anlayışlı ve şefkatli davranır. İşte bu irfan sahibi kişilerin gösterdikleri sevgi aslında Hakk’ın nuruna ve güzelliğine gösterilen sevgidir. Cahiller böylesi erdemlerden yoksun oldukları için kadınlara karşı kaba ve kırıcı davranırlar.”diyerek aslında kadının erkekten daha üstün olduğunu belirtir. ( Mesnevi, C.1,2434 beyit)
Mevlâna bir kadına duyulan aşkı yüceltmiştir. Çünkü bir başkasını seven insan kendisini, tüm insanlığı, evreni ve Allah’ı sever. Ve aşkların en güzeli bu bilince ulaşıldığı zaman başlayan “Hakikat” aşkıdır. Mevlâna kadın için, “O güzel sevgili, kalpleri cezbeden bir pınarın nurudur” vecibesini kullanmıştır.
Mevlana öncelikle İslam toplumunda yetişmiş, İslam ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir sûfidir. Mevlâna eserlerindeki kadınla ilgili ifadeleriyle her konuda olduğu gibi kadın konusunda da İslami bir tutum sergilemiştir. “Ben Kuran’ın kuluyum, kölesiyim, ben Hazreti Muhammed’in ayağının bastığı yerin toprağıyım” sözüylede sergilediği tutumunu da pekiştirmiştir.
Mevlana, metafizik açıdan ve hakikat gözüyle bakınca da kadını “Hakk”ın nûru” olarak niteler. Yani kadın, yaratıcılık ve doğurganlık özelliği dolayısıyla sanki tanrısal bir vasfa sahiptir. derken gizli olarak ta Hakk’ın kudreti, yaratma gücü, sanatı ile süslenmiştir. “Sen ya Hak nurusun ya da Haksın; O’nun mazharısın. Şu dönen göğü Tanrı’ya layık görme, yıldızlarla ayda irade, bir özgürlük var sanma. Güneşlerin güneşi sensin. Şu gök kubbede dönüp duran güneş başı bağlı bir topal eşek gibidir.” vecizeleriyle, Allah’ın Hâlikiyet (yarıtıcılık) sıfatının kadınla tecelli ettiğini pek güzel ve ilahi bir şekilde açıklar.
Mevlana’nın hayatını ve eserlerindeki gayesini her bakımdan özetleyen özlü sözlerinden biri ile yazımı bitirmek isterim.
“Her okuyan kendi aklı miktarınca anlar. Söz bilmeyene bir şey öğretmek için, onun dilince konuşmak gerek.”
Salime Kaman
Sanat Yazarı
Bir yanıt yazın