Distopik toplumlar, totaliter ve baskıcı toplumlardır. Totaliter toplumlarda, devlete mutlak itaat beklenir. Bireysel özgürlüklere izin verilmeyen, bireyin yaşamının tüm alanlarının devlet kontrolünde olduğu totaliter egemenliktir de denilebilir. Bunların üstünlükleri akıldan değil, kendiliğinden, söylenegelen zorbalıktan gelir. Her şey önceden belirlenmiştir: Siyaset, hukuk, cinsellik, kültür, ekonomi, bilim. Distopyanın karamsar korkuları da her zaman gerçek dünya ile bağlantılı olmuştur.
Distopyaların erkek egemen bir tür olduğu ve dolayısıyla eril bakış açısı taşıdığı gerçekliliği vardır. Yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve kadın yazarlar tarafından kaleme alınan feminist distopya ise, odak noktasına kadını koyar ve erkek egemen düzeni eleştiren anlatılar içerir. Haksızda sayılmazlar tabii ki!
BM Kadın Ofisi Uluslararası Kadına Karşı Şiddet ile hazırladığı 2022 yılı raporunda, kadın ve kızlara yönelik şiddetin en yaygın insan hakları ihlali olduğunu, geçen yıl 81 bin 100 kadın veya kızın kasıtlı öldürüldüğü, son 10 yılda kadın cinayetlerinde gerileme kaydedilmediği ve kadın veya kız çocuklarına yönelik cinayetlerin büyük kısmının cinsiyet kaynaklı olduğu belirtilmiştir. 45 bin kadının veya kızın, eşleri, erkek arkadaşları veya da ailelerinin bir üyesi tarafından öldürüldüğüne dikkat çekildi. Bu da her 60 dakikada 5’ten fazla kadının cinayete kurban gitmesi anlamına gelir.
M.Ö. 7. Yüzyılda Hesiodos tarafından yazılan İşler ve Günler’deki Soylar Efsanesi’nde, Tanrı Kronos tarafından yaratılan ölümlü insanların ilk ırkı, Tanrılar gibi yaşayan, kaygısız, rahat, acısız, dertsiz, ihtiyarlamayan ve bereketli topraklarda yaşayan Altın Soylulardır. Ancak devamında yaratılan Gümüş Soylular, Tunç Soylular, Yarı Tanrı Kahramanlar ve Demir Soyluların kurduğu toplumsal düzen, her soya adını veren ‘maden’in değer sıralamasından da anlaşılacağı üzere, bir önceki dönemden daha kötüye doğru bir gidişi ima etmektedir.
Bu kötüye gidiş çağımıza kadar süregelmektedir de! Herkesin de bildiği gibi, kadın ölümleri, yaşanılan cinsel saldırılar, tahakkümler, istismarlar ve cinsiyet eşitsizliğine uğrayan kadınlar gibi. Bunların sayıları azalmadığı gibi her geçen gün daha da artmaktadır. Direnen kadınlara günümüzde hala devlet yönetimlerinin de neler yaptığını hepimiz biliyoruz. Yakın tarihte İran da başörtü takma kurallarını ihlal ettiği söylenerek ahlak polisi tarafından tutuklanan ve göz altında öldürülen Mahsa Amini gibi, kız liselerinde dini lider Hamaney’i öven marş okumadığı için 16 yaşındaki Asra Panahi’nin, arkadaşlarının gözü önünde polis tarafından dövülerek öldürülmesi gibi…
İran’da 1979 İslam Devrimi’nden önce kadınlar için şimdiki gibi, yasalara geçmiş sıkı kıyafet kuralları yoktu. Şimdi kadınlar başlarını örtmek, uzun ve bol giysiler giymek zorunda. Devletin görevlendirdiği Ahlak polislerine uygun görülmeyenler olduğunda dövülerek öldürülüyor. Kadınlara hak görülen yargılanma hukukuda bu!
Halbuki, tüm kadınların, şiddet içermeyen direniş ve kendi kaderini tayin etme, haysiyet ve saygı tarafından yönlendirilen kapsayıcı yapılar inşa etme yoluyla baskı sistemlerini ortadan kaldırmak istemeleri ve bunun için mücadele vermeleri en doğal haklarıdır.
Kadın yazarlar tarafından kaleme alınan feminist distopya, bana Kanadalı yazar Margaret Atwood’ın, ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ kitabını hatırlattı. Dünyada çok ses getiren bir kitap olmuştu. Kitap orijinal adı ‘The Handmaid’s Tale’, 1985 yılında basılmıştır.
Kanadalı yazar Margaret Atwood’ın ‘The Handmaid’s Tale’ kitabı, ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ Özcan Kabakçıoğlu ve Sevinç Altınçekiç tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Kitap 384 sayfadır ve Türkiye’de 2017 yılında Doğan kitap yayınevi tarafından basılmıştır.
‘The Handmaid’s Tale’ kitabı 40 dile çevrilmiş, 1989’da bir filme, 2017 yılında ise televizyon dizisine uyarlanmıştır.
Kitap, erkek egemen muhafazakar bir rejimin üremeyle sınırlandırdığı, mahrem örtülerin ardına gizlediği kadın bedenleriyle bize aşina gelen bir gerçeği yani içinde yaşadığımız gerçeği dile getiren feminist bir distopyadır. Seçme hakkı olmayan, okutulmayan, ekonomik özgürlüğü olmayan ve cinsel obje olarak kullanılan kadınlar ne yazık ki hem bizim toplumumuzda hem de dünyada mevcuttur. Bununla birlikte distopyaların erkek egemen bir tür olduğu ve dolayısıyla eril bakış açısı taşıdığı da unutulmamalıdır.
Okuduğum kitapta, kadının baskı ve kontrol altına alınarak, bireyselliğinin ortadan kaldırıldığı erkek egemen totaliter bir düzen anlatılmaktadır. Kitap, feminist distopyadır. Feminist distopyaların odak noktasında kadın yer alır ve öykü, kadın /kadınların bakış açısından sade ve akıcı bir dilde ilerler.
Kitap, konu içeriği yönünden dramdır, hem de ağır bir dram. Çocuk dünyaya getirmek, kadının biyolojik kaderi olarak dayatılmaktadır. Dolayısıyla böyle bir düzende kadınlara kendi vücutları üzerinde söz sahibi olma hakkı verilmemektedir.
Konu, gelecek zamanda ve ABD’de geçmektedir. Devlete yönelik birtakım terör saldırıları olmuş ve tüm toplum bu durumdan etkilenmiştir. Gilead Cumhuriyeti kurulmuş ve ülke askeri diktatörlükle yönetilmeye başlanmış. Diktatörlüğün yanında koyu Hristiyanlık ve teokrasi yani devlet işlerinin dini temellere dayatılan bir sistemle yönetimi ülkeye hâkimdir. Yaşanan olayların en büyük etkisi de toplumdaki kadınlara olmuştur. Yönetim, kadınların elinden neredeyse tüm özgürlüklerini almış ve yaşamlarındaki tüm kurallar koyu dinsel temellere göre oluşturulmuştur. Birtakım kimyasallar ve hastalıklar yüzünden doğurganlık azalmış, doğurganlığa sahip çok az kadın kalmıştır. Kitap da doğurgan kadınlar damızlık olarak adlandırılmaktadır.
Yazar Margaret Atwood’un yeni dünyası gelecek zamanda Amerika’nın dönüştüğü Gilead Cumhuriyet’idir ve bu dünyada kadınların hiçbir hakkı yoktur. Dahası kadınlar sadece damızlık olarak kullanılır ve tek amaçları üremektir. Bu yüzden damızlık kızlar komutanlara tayin edilir ve onlar için üremeleri temel görevleri olmuştur.
Feminist distopyaları kaleme alan yazarların öncelikli amacının, ataerkil düzenin kadınlar için oluşturduğu tehdide dikkat çekmektir. Bunu da yazarımız Margaret Atwood bu kitabında çok iyi başarmıştır.
Kitabı okuyup bitirdiğimde konusunu oluşturan distopik anlatıların yaşadığım toplumsal düzen içinde mevcut kusurlara dikkat çekmeyi başardı. Bu kusurlar ortadan kaldırılmadığı takdirde meydana gelebilecek olumsuzluklara karşı da uyarıcı etkisini hissettirmiştir.
Sonuç olarak, yaşadığımız dünyada da kadınlar kitapta anlatılanlara benzer muamelelere maruz kalmaktadır. Kadın, demokrasi açısından ister araç olsun ister amaç kadının siyasetteki yeri uzun yıllardan beri tartışılan ve istenilen düzeye gelmeyen/ gelemeyen bir konu olarak varlığını sürdürmektedir. Halbuki eşit ve adil yaşama hayali, bütün toplumlarda her zaman karşılaşılan bir ideal olmuştur. Umarım dünya kadınları bir gün özgür ve cinsiyet ayrımının olmadığı bir dünyada yaşamını sürdürebilir.
Salime Kaman
Ressam- Sanat Yazarı
Adana- Mart 2023
Salime Kaman, Distopik Toplumlarda Kadın, 65x55cm., t.ü.y.b, 2022.
Resimde, görsel anlatımı ya da görsel dili algılamak ve çözümlemek daha kolaydır. Görüntüsel gösterge, her gösterge gibi, kendisi dışında ki bir nesneyi belirtir. İnsan zekası bu görüntüsel gösterge ile belirttiği nesne arasında bazı benzerlik ilişkisi kurabilir. Kara çarşafla mahrem ve teokrasik yönetimi, yeşil duvar kağıdı ile, güncel kadın kandırmacaları sözde pozitif ayırımcılığı, pembe- beyaz dantelalı dekolte elbisesi ile, cinsel obje olarak kullanılan kadınları, seçme hakkı olmayan okutulmayan ekonomik özgürlüğü olmayan kadınları ifade ederken, duvar kağıdının yırtılması, kara çarşafın aralanması meydan okuma, bir kadını sadece cinsel obje olarak görülmesine başkaldırı niteliğindedir. Üzerine örtülen mahrem ve diğer tüm kandırmacalardan kurtulmak için başlattığı bireysel mücadelesinin görsel göstergesidir.
Bir yanıt yazın